Tem 17, 2011 - Makaleler    Yorum yok

Sosyal Güvenlik ve Genel Sağlık Sigortası Yasa Tasarısı Yeni Yargı Yılına Kaldı!

 

Sağlık ve Sosyal Güvenlik alanında çok hızlı “değişim” rüzgarının yaşandığı bir dönemden geçiyoruz. SSK hastanelerinin devriyle çalışanların primleriyle oluşturulan kurumlar Sağlık Bakanlığı’na ve oradan yerel yönetimler aracılığıyla özel sektöre devredilmek istenirken, diğer yandan emeklilik yaşı ve prim gün sayısı da yükseltilmek istenmektedir.

Dergimizin bu sayısında yasa tasarısının önemini ve amacını anlamak açısından öncelikle “Sosyal güvenlik nedir?, Toplumun sağlık ve sosyal güvenlik alanındaki ihtiyaçları karşısında sosyal devletin görevleri ne olmalıdır? gibi sorulara yanıt arayacağız.

Sosyal güvenlik denince ilk akla gelen, gelirleri ne olursa olsun, kişilere belirli riskler karşısında ekonomik güvence sağlayan SSK, BAĞ-KUR, Emekli Sandığı gibi kurumlardır. İnsanoğlu varolduğundan bu yana, kendisini yoksulluğa iten, geleceğini tehdit eden olaylardan korunma duygu ve çabası içinde olmuştur. Bireyin karşılaşacağı sorunlar hastalık, sakatlık, yaşlılık gibi sadece bireye has olabileceği gibi; yoksulluk gibi tüm toplumu ilgilendiren nitelikte de olabilmektedir. Nitekim toplumsal yoksulluğun artması, gelir dağılımındaki uçurumun derinleşmesi, hastalık, kaza v.s, gibi konularda bireysel güvencenizi sağlamış dahi olsanız toplumsal alanda ciddi bir riskle karşı karşıya kalırız. Bu nedenle toplumun genelini etkileyen bir tehlikeyle karşılaşan ve yoksulluğa düşen bireye, asgari bir güvence sağlamak, sosyal güvenlik hukukunun ortaya çıkmasına sebep olmuştur.

Bu nedenle SSK, BAĞ-KUR ve Emekli Sandığı gibi kurumların temelinde sosyal güvenlik; sosyal güvenliğin temelinde ise bireyin karşılaşacağı ve yaşamı için tehlike oluşturan olaylara karşı güvence arayışı yatmaktadır.

Sosyal devletin ekonomik ve toplumsal yaşama müdahalesi, gelir dağılımındaki uçurumlarının ve yoksulluğun arttığı Türkiye gibi ülkelerde gün geçtikçe önem kazanmaktadır.

Bugün sosyal güvenlik sistemimizin sorunlarını aşmanın yolu, emeklilik

süreleriyle oynamadan, kamu girişimciliğini geliştirip, iş kazaları ve meslek hastalıkları gibi riskleri azaltmak; sosyal güvenlik

sisteminin riskleri önleyici anlamda devreye girmesini sağlamaktan geçmektedir.

Ülkemizde sosyal güvenlik sistemi, tazmin edici bir mantıkla oluşturulmuştur. Zararı önleyici anlayış hakim olmadığı için, kesilen primler; yıpranan sağlığı, bedeni, ruhu onarmaya yöneliktir. Hastalıkların ve kazaların sonuçlarına karşı sigortalar oluşturulmuş, tedavi edici hizmetler öne çıkarılmıştır. Oysa ki mesleki ya da değil; birçok hastalığın ve kazanın önlenmesi olanaklıdır. Etkin bir planlama, eğitim ve koruyucu hekimliğin geliştirilmesi; sağlığın bozulmasını büyük ölçüde önleyici niteliktedir ve tazmin etmeye yönelik dev boyuttaki harcamaları gereksiz kılmaktadır.

Günümüz ekonomik koşullarında sosyal güvenlik devletin yerine getirmesi gerekli kamu hizmeti niteliğindedir. Anayasamızın 60 md. de bunu teyit eder niteliktedir.

Gerçekten Anayasamızın 60. maddesi aynen şöyledir: “Herkes sosyal güvenlik hakkına

sahiptir. (2.fıkra) Devlet, bu güvenliği

sağlayacak gerekli tedbirleri alır ve teşkilatı kurar.” Böylece sosyal sigortalar yönetimini üstlenen örgütler (SSK, BAĞ-KUR, Emekli Sandığı) normal olarak kamu otoritelerine özgü birçok yetki ve ayrıcalıklarla donatılmıştır.

Bu halde SSK görevini ifa ederken; idare gibi davranmalı yani, kendi hak ve yetkilerini (kamu gücünü) kamu yararı gözeterek kullanmalıdır. Öncelikle sosyal güvenlik kurumları herkese eşit, ücretsiz, ulaşılabilir, nitelikli sağlık ve sosyal güvenlik hizmeti sunmalıdır. Keza sağlık doğuştan kazanılmış bir haktır.

Sosyal Sigortaların finansmanı kural olarak primlerle karşılanır. Ölçüsüz hizmet borçlanmaları, genç nüfusun istihdama katılamaması, sigortasız işçi çalıştırılmasının önüne geçilememesi ve elde edilen primlerin enflasyon karşısında erimesi gibi etkenler finansman bunalımının büyümesine sebep olmuştur. Dolayısıyla, mevcut finansman kaynaklarına(prim vb) yeni kaynaklar eklenmesi kaçınılmaz hale gelmiştir.

Ancak bugüne kayıt dışı ekonominin kayıt altına alınmasına yönelik gerçekçi çalışmalar yapmak yerine, daha kolay yol seçilip, 4447 sayılı Kanunla prim ödemekte olan işçi ve işverenin prim yükü artırılarak sosyal güvenlik kurumlarının açıkları kapatılmaya çalışılmıştır.

Oysa ki Sosyal Güvenlik Reform Yasasının 2000 yılı uygulama sonuçları ile ilgili olarak TÜRK-İŞ’in yaptığı araştırmada, yasada amaçlananın aksine, 2000 yılında sigortalı sayısının artmadığı, büyük deprem felaketinin yaşandığı 1999 yılının dahi altına düştüğü, kayıt dışı çalışanların sayısında ise %3 oranında artış olduğu ortaya konmuştur. 4447 sayılı Kanunla yapılan düzenlemelerin kayıt dışı çalıştırmayı önleme yerine zorladığı sonucunu ortaya koymuştur.

4447 sayılı Kanunda kaçak sigortalı çalıştırmayı önlemeye yönelik olarak, işverenlerin işe aldıkları sigortalı işçileri işe başlatmadan önce kuruma bildirmesi, işe başlayan sigortalının işe başladığı tarihten itibaren 30 gün içinde işe başladığını kuruma bildirmesi ve işverenlerin yanında çalıştırdıkları sigortalıları her ay 30 gün üzerinden kuruma bildirmesi, eksik bildirmeleri halinde eksik bildirme nedenini belgelemesi gibi önemli düzenlemeler yapılmıştır.

Ancak 4447 sayılı Kanunla işçi ve işverenin prim yükü de yüksek oranda artırıldığından, yapılan düzenlemelerin kaçak sigortalı işçi çalıştırmayı önlemediği, aksine kaçak sigortalı işçi çalıştırmaya zorladığı ifade edilmektedir. Görülüyor ki, kayıt dışı çalışanları kayıtlı ekonomiye dahil etmek için gerçekçi düzenlemeler kaçınılmazdır.

Sigortalıların ödedikleri prim payı tarihsel gelişim içinde azalmış olmakla birlikte, gerçekte sosyal güvenlik giderlerinin büyük kısmı sigortalılar tarafından karşılanmaktadır. Zira işverenler prim yüklerini fiyatlar yoluyla tüketiciler üzerine yansıtabilmektedir. İşverenden alınan primleri işveren işçisi lehine ödüyor; bunun işverene hiçbir faydası yok gibi görülebilir. Ancak işverenden de prim alınmasındaki gerekçe, sigortalının uğradığı bir kısım zararlardan(iş kazası, meslek hastalığı gibi) işverenlerin sorumlu olmasına dayanmaktadır. Demek oluyor ki; sosyal güvenliğin yani gelecek endişesinden kurtulan işçinin emeği daha verimli hale gelecektir ve buna bağlı olarak da işveren daha çok kar elde edecektir. Ayrıca üretim araçlarını amorti etmek, bunların bakımını sağlamak işverenin sorumluluğunda olduğuna göre, üretimdeki “emek” yani insan unsuru için de aynı şeyi söylemek mümkündür.

Hemen belirtelim ki, kamu kesiminden ve özel sektörden trilyonları aşkın prim alacağı tahsil edilememektedir. Hükümetler bu

soruna çözüm olarak prim gecikme zammı ve faizlerinin düşürülmesini öngörmüşler, böylece prim tahsilatını sağlamak uğruna, işçinin parası işverene bedava kredi olarak kullandırılmıştır.

Sigortasız işçi çalıştırma yukarda da belirttiğim gibi ülkemizde çok yaygındır. Sigorta primlerinin yüksek olması ve hükümetlerin de sigortasız işçi çalıştıranlara karşı yeterli yaptırımı sağlayamaması nedeniyle, sigortalı işçi çalıştıran işverenle, sigortasız işçi çalıştıran işveren arasında haksız rekabet oluşmaktadır. Haksız rekabetten dolayı zararını asgariye indirmek isteyen işveren de bu kez, sigortalı çalıştırdığı işçilerin prime esas kazançlarını düşük göstererek yine hem sosyal güvenlik kurumlarını ve hem de işçileri olumsuz etkilemektedir.

Yukarıda saydığımız olumsuzlukların giderilmesi için prim miktarlarının düşürülmesi, gereksiz bürokratik işlemlerin kaldırılması, kayıt dışındaki işçileri kayıt içine almak şeklindeki uygulamaların iyi bir yöntem olduğunu düşünüyoruz. Prim oranlarının düşürülmesi, muvazaalı işlemleri (örn: daha az alıyormuş gibi gösterme) engelleyebileceği gibi, sigortasız çalışan işçilerin sigortalı olması yönünde de iyi bir teşvik olacaktır.

Unutmamak gerek ki, devletin de SSK’nın finansman sorununa yardımcı olması , iyi bir çare olduğu gibi görevidir de.

SONUÇ: İnsanın insan olmasından dolayı elde ettiği haklar insan hakları olup, sağlık insanın doğuştan sahip olduğu haklardan olduğu gibi, sosyal güvenliğe tabi olmak da insan hakkıdır. Sosyal güvenlik hukukunun temel prensiplerinden biri olan genellik ilkesi sonucu ,SSK- BAĞ-KUR ve Emekli Sandığına tabi insan sayısının artması hem doğal hem de zorunludur. Bu kadar çok insana hizmet veren kurumlar mutlaka devletten yardım almalıdır.

Hiç kuşkusuz sosyal güvenlik sistemimizin, tüm kesimlerin mutabık kaldığı sorunları mevcuttur. Bu sorunların sosyal tarafların görüş ve önerileri dikkate alınarak, mevcut sosyal güvenlik kurumları ıslah edilerek çözüme kavuşturulursa daha ekonomik ve gerçekçi yol izlenmiş olacaktır.

Sosyal güvenlik, gelirin adaletli dağılımında rol oynayabilecek, yoksul kesimlere kaynak aktarabilecek, eşitsizliklerin ve ayrımcılığın doğurduğu tahribatı iyileştirebilecek önemli bir kamusal araçtır. Bu nedenle Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanının, sosyal güvenlik kurumlarına 2004’te bütçeden toplam 18.9 katrilyon lira kaynak aktarıldığı yönündeki açıklamaları, sosyal güvenlik kurumlarını özelleştirmenin mantığını ve devlet üzerindeki yük olduğunu göstermek için açıklama yapmıştır.

Her uygar ülkede sosyal güvenlik harcamaları sosyal devletin olmazsa olmazıdır. Sosyal güvenliği devlet bütçesinin

“kara deliği” olarak görmek sosyal devlet ilkesi ile bağdaşmaz.

Avrupa ülkeleri dahil birçok ülkede bütçeden Sosyal Güvenliğe %50’lere varan katkılar sunulmaktadır. Aslında öngörülen Sosyal Güvencesizliğin getirilmesi, bu alanda özel sigortacılığın geliştirilerek bireysel emekliliğin dayatılmasıdır.

Genel Sağlık Sigortası Modeli Doğu Avrupa Ülkelerinde uygulanmaktadır. (Arnavutluk, Bulgaristan, Çekoslovakya, Macaristan, Polonya, Azerbaycan, Litvanya…..vb ülkeler) Bu uygulamadan sonra; doğumda yaşam beklentisi düşmüş, uluslararası şirketler ülkeye akın etmiş, özelleştirmeler sonucu yolsuzluklar ortaya çıkmış, halk sağlık hizmetine erişmede sıkıntılar yaşamış, ilaç kullanımı artmış, sağlık çalışanlarının çalışma saatleri belirsizleşmiş, sözleşmeli ve sendikasız çalıştırılmıştır.

Sonuç ortada; koskoca bir kara delik. Ancak, bunun çözümü sosyal güvenlik kurumuna devletin sosyal devlet anlayışıyla samimi olarak yaklaşması ile çözülebilir.

Genel Sağlık Sigortası ve Sosyal Güvenlik Yasa Tasarıları 70 milyon insanın geleceğini etkileyecek düzenlemelerdir. Bu nedenle sosyal güvenlik hukukuna kısa bir giriş yaptığımız bu sayımızdan sonra yeni yasama yılına bırakılan Sağlık v Sosyal Güvenlik Yasa Tasarısı neler getiriyor ayrıntılı olarak gelecek sayımızda inceleyeceğiz.

Bu yasalar hazırlanırken toplumsal barışın zedelenmemesine özen göstermek gerekir. Unutulmamalıdır ki, geleceğinden emin olma duygusu sosyal barışın temel dayanaklarındandır. Sağlıcakla kalın.

Fadime YAZIRHAN

Avukat

Eylül 2005

Yorum yaz!