Tem 17, 2011 - Makaleler    Yorum yok

Anayasa Madde 60: “Herkes Sosyal Güvenlik Hakkına Sahiptir. Devlet Bu Güvenliği Sağlayacak Gerekli Tedbirleri Alır.” (!)

Anayasa, Sosyal Güvenlik Hakkını herkesin yararlanacağı bir insan hakkı olarak düzenlemiş ve devletin asli görevleri arasında saymıştır. Ancak anayasada yer almasına rağmen hala günümüzde birçok kişinin sosyal güvenceye sahip olmadığı ortadadır. Buna rağmen yasalaşması beklenen Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanun tasarısı Anayasadaki bu açık hükme rağmen, sosyal güvencesiz vatandaş sayısını artıracak bir düzenleme getirmektedir. Acaba yüce meclis, anayasal görevini yerine getirmek amacıyla, yeni bir düzenleme yapmaya ihtiyaç mı duydu?(!)

( Her ne kadar herkesin sosyal güvenlik hakkına sahip olduğu ve devletin bu güvenliği sağlamada asli görevli olduğu Anayasada yer alsa da, yeni yapılacak düzenleme ile devletinin sırtında yük olarak görülen mevcut sosyal güvenlik sisteminin özelleştirilmesi hedeflenmektedir )

Sosyal güvenlik kuruluşlarının, sosyal güvenlik hakkını koruyamadığı, bu nedenle de bir reforma ihtiyaç olduğu bilinen bir gerçek. Bu sayımızda önce yasanın genel gerekçesine kısaca değindikten sonra, bu yasadan doğrudan etkilenecek sosyal taraflardan biri olan Sağlık Emekçileri Sendikası Genel Başkanı Sayın Dr. Köksal AYDIN ile yaptığımız söyleşiyi yayımlıyoruz.

Tasarı Nasıl Oluştu?

Sağlık alanında yeniden yapılanma amacıyla, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nca hazırlanan Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanun tasarısı, önceki taslaklara yönelik eleştiriler göz önüne alınarak oluşturulmuş; ancak özelleştirmeye yönelik temel yaklaşım sürmüştür. Çalışma barışının sağlanması açısından, yasalar yapılırken sosyal tarafların asgari olarak üzerinde anlaşmaya varmasını sağlamak, yasa yapma tekniği ve yasanın amacının uygulanabilirliği açısından önem arz etmektedir. Böyle bir yasanın yapılabilmesi için, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın sürekli kurullarından olan gerek Üçlü Dayanışma Kurulu, Çalışma Meclisi, Ekonomik ve Sosyal Konsey gibi oluşumların gerekse sendika ve kitle örgütlerinin yasa tasarısının hazırlanmasında etkin olması gerekir. Ancak bu tasarının hazırlanmasında ne yazık ki, Dünya Bankası ve Dünya Ticaret Örgütü gibi uluslararası örgütler doğrudan etkili olmuşlardır. Nitekim Türkiye, Dünya Bankası ile Sağlıkta Dönüşüm Projesi adı altında 2004/2007 yıllarını kapsayan bir kredi anlaşması yapmıştır. Bu proje, tasarının genel amaçlarını belirlemiştir. Proje beş temel unsura dayanmaktadır. Bunlar:

1-Sağlık Bakanlığı’nın hizmet kapasitesinin güçlendirilmesi; yani, Bakanlığın organizasyon yapı ve işlevlerinin yeniden tanımlanması,

2-Evrensel sağlık sigortası; tüm sosyal güvenlik kuruluşlarının tek bir çatı altında toplanması ve her vatandaşın tek bir sağlık sigortası kapsamına alınması,

3-Hizmet organizasyonu; aile hekimliğini esas alan bir organizasyon modelinin benimsenmesi,

4-İnsan kaynaklarını geliştirme; gelecekteki aile hekimlerinin ve diğer sağlık personelinin uzmanlıklarının güçlendirilmesi.

5-Ulusal Sosyal Güvenlik ve Sağlık Bilgi Sistemi; Ulusal standartlar için gerekli bilgi desteğinin verilmesi.

Kanun Tasarısının Genel Gerekçesi Neleri İçeriyor?

Tasarının oluşumunda en etkin kurum olan Dünya Bankası yetkililerinin tasarının gerekçesini ortaya koyan açıklamaları şöyledir; “Sosyal güvenlik sistemi bugün nüfusun sadece %47’sini kapsamaktadır. Türkiye’de emekli maaş oranı çok yüksektir. Türk Hükümetinin sağlık hakkındaki ortak planı uluslararası en iyi uygulamadır. Vatandaşlar isterlerse ayrıca özel sağlık sigortası da yaptırabileceklerdir. Bürokrasi azalacak, daha düşük fiyatlar için pazarlık yapılabilecektir. Aile doktoru uygulaması ile müşteri odaklı sağlık hizmeti sunulacak, hastaneler kaliteli sağlık hizmeti için rekabet edecektir.” (1)

Tasarının genel gerekçesi de, bu anlayış doğrultusunda hazırlanmıştır. Gerekçede tek bir emeklilik sistemi, tek bir sağlık sistemi, tek bir sosyal yardım sistemi oluşturulmak istendiği belirtilmiştir. Gerekçeye göre bu kanunla emeklilik ve sağlık sisteminde norm birliği gerçekleştirilmek istenmektedir.

Sağlık hizmetlerini özelleştiren taslak, prim toplanmasını, primlerden alacaklılara provizyon merkezleri vasıtasıyla ödeme yapılmasını ve tüm bu hizmetlerin usulüne uygun olup olmadığının denetlenmesini de özel sektöre devretme yolunu açmaktadır. Dolayısıyla tasarı bu haliyle yasalaştığında, hizmet sunumunda olduğu gibi prim toplama ve kurumu denetleme görevleri gibi en temel görevler yabancı kişilere devredilebilecektir.

Erken emeklilik uygulaması, prime esas kazancın düşük gösterilmesi, kayıt dışı istihdamın yüksekliği, af ve ödeme kolaylığı gibi uygulamalarla prim ödeme eğiliminin azalmasının önüne geçilmek istenmiştir. Ancak prim ödeyemeyen vatandaşların sosyal güvenlik ve sağlık güvencesi kapsamından nasıl yaralanabileceği sorusuna bir cevap bulunmamaktadır. Bu durum aslında sağlığı sosyal bir hak olmaktan çıkartarak, yararlananları bir nevi müşteri olarak görme ve sağlık hizmetini ticari bir işlem haline getirme anlayışıdır.

Bu dönemde çıkarılan hemen her yasanın gerekçesi gibi bu yasanın gerekçesi de kulağa hoş gelen vaatler içermektedir. Ancak madalyonun bir de arka yüzüne baktığımızda anayasada temel insan hakları arasında yer alan bu hakkın yalnızca parası olanlar için geçerli hale geldiği görülecektir.

Oysa ülkemizdeki sağlık ve sosyal güvenlik sorunlarının çözümü için sosyal devlet anlayışına uygun olan Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesi Hakkında 224 Sayılı Kanunun daha etkin hale getirilmesi daha sağlıklı bir çözüm olabilirdi.

HERKES EŞİT, ÜCRETSİZ, ULAŞILABİLİR, NİTELİKLİ SAĞLIK HİZMETİ ALABİLMELİDİR. PEKİ AMA NASIL?

Yasalaşması beklenen Sosyal Sigortalar Genel Sağlık Sigortası Yasa Tasarısı ihtiyaç ve talepleri karşılar nitelikte bir tasarı mı? Etik Hukuk Dergisi olarak bu soruya yanıt aramak amacıyla Sağlık Emekçileri Sendikası Genel Başkanı Sayın Dr.Köksal AYDIN ile bir söyleşi yaptık.

Av. Fadime YAZIRHAN : Sayın Aydın, öncelikle sağlık ve sosyal güvenlik alanında yapılmak istenen değişiklikler hangi ihtiyaçtan doğdu?

SES Genel Başkanı Dr. Köksal AYDIN : Yaşanan tablo sağlık alanında uygulanan İMF, Dünya Bankası orijinli sağlıkta özelleştirme projelerinin sonuçlarıdır. Sağlık hizmetlerini piyasaya açan, ticarileştiren, sağlık hizmetlerinin toplumsal özünü yok sayan, sağlığı bireyselleştiren zihniyetin ürünleridir. İnsanları hastalandırmamak amaçlı koruyucu sağlık hizmetlerini bir kenara bırakıp, piyasa talepli hasta ve hastalık, yani tedavi edici sağlık hizmetlerini özendiren politikaların sonuçu bu tasarı oluştu.

Av. Fadime YAZIRHAN : İşsizliğin arttığı ve asgari ücretin altında çalışmanın yaygın olduğu ülkemizde getirilen düzenleme halka sosyal güvence sağlayacak mı?

Dr. Köksal AYDIN : Gün geçmiyor ki sağlık alanında yeni bir sorun açığa çıkmasın. Başkent Ankara’da 21. yüzyılda ortaya çıkan kolera vakaları, Edirne’den başlayıp Kayseri’ye uzanan yeni doğan ölümleri, şarbondan Kırım Kongo ateşi ve kuş gribine kadar halk sağlığını etkileyen sağlık sorunları ve en son Ağrı Doğubeyazıt’ta 2000 insanımızı etkileyen ve 2 yurttaşımızın ölümüne yol açan salgın v.b.

Ülkemizde 0-5 yaş grubu çocuk ölümlerinin en önemli nedenlerinden birisi sulardan, yiyeceklerden bulaşan ishalli hastalıklar yani gastroenteritlerdir. Bütün bunlar buzdağının görünen kısmı bile değil.

Genel sağlık sigortası asgari ücretin 1/3’ ü oranında gelir sağlayanları esas almış ve 117 YTL’ nin üzerinde geliri olanların prim ödemek zorunda olduğu belirtilmiştir. Bu da 40-50 YTL ye denk geliyor. Genel sağlık sigortası ile prim ödemek de yetmiyor. Katkı payı da ödeyeceksin ilaçla birlikte. Hastalık ve hastalar cezalandırılmış oluyor. Bu ülkenin sosyal yapısına aykırı.

Av. Fadime YAZIRHAN : Yaşanan Sorunların Nedenleri sizce nedir?

Dr. Köksal AYDIN : Birer ticari işletme mantığıyla bakılan sağlık kuruluşlarında personel açığı artık dayanılamaz boyutlara ulaşmıştır. Yeni doğan ölümlerinin en önemli nedeni de budur. 2 yeni doğana bir hemşire istihdam edilmesi gerekirken, ortalama 10-12 yeni doğana bir hemşire hizmet sunmaktadır.

İşletme mantığı kar amaçlı olduğu için hasta sirkülasyonu insan kapasitesini, hatta fiziki koşulları bile zorlamakta, sıklıkla ihmallere yol açmaktadır. Toplum sağlığının yanı sıra, sağlık çalışanlarının da sağlığı tehlikededir.

Bölgeler arası eşitsizlikler sağlık alanında da derinleşmektedir. Nüfusun değişen demografik yapısına uygun sağlık yatırımı yapılmamakta, kent varoşları özel sektöre ve belirsizliğe sürüklenmektedir.

Sağlık hizmetleri, sağlığın tanımı gereği çok boyutludur. Ekonomiyle, sosyal yaşamla, kültürel durumla, eğitimle çok yakından ilgilidir. Dolayısıyla başta yerel yönetimler olmak üzere, alanlar ve kurumlar arası tam bir koordinasyona ihtiyaç vardır. Oysa son yıllarda devletin kamusal sağlık sunumundan hızla uzaklaşmaya başlaması bu koordinasyonu etkisizleştirmekte, denetim dahil birçok görev ihmal edilmektedir.

Piyasa zihniyetine uygun çok uluslu şirketlerin talepleri hızla yasalaştırılırken, toplumumuzun ihtiyaç ve taleplerine uygun sağlık yatırımı yapılmamakta, alan hızla özel sektöre terk edilmektedir. Aile Hekimliğinin -adının cazibesi dışında- hiçbir derde deva olamayacağı, Genel Sağlık Sigortasının bir yıkım olduğu ve uygulanma olanağının olmadığı bilindiği halde, hükümet tarafından makyajlanarak topluma dayatılmaktadır.

( Bir AB ülkesi bütçeden sağlığa ortalama %13.5 pay ayırırken, ülkemizde bu pay %3′ü geçmiyor. Bütçe büyüklükleri de dikkate alınırsa aramızdaki fark 20-30 kata ulaşmaktadır. Üstelik ülkemizde ayrılan bu pay koruyucu sağlık hizmetlerine de maalesef harcanmıyor. )

Ülkemizin sağlığa harcanması gereken kaynakları türlü yollarla özel sektöre akıtılıyor. SSK’nın devri ve özel hastanelerden hizmet alımı, SSK ilaçlarının çürümeye bırakılması, memurların özel sağlık kuruluşlarına yönlendirilmesi (2005 yılında konsolide bütçe tedavi yardım ödeneği 3.4 milyar YTL), Sağlık Bakanlığı Hastanelerinde uygulanan performansa dayalı döner sermaye sistemi, bu uygulamalara yalnızca birkaç örnektir.

Av. Fadime YAZIRHAN : Siz sendika olarak yasalaşması beklenen tasarının sosyal taraflarından birisiniz . SSK, BAĞ-KUR gibi sosyal güvenlik kurumlarının bu haliyle amaçlanan sağlık hizmetini veremediği de herkesçe kabul edilen bir durum. Sizin bu handikabı aşmaya yönelik öneri ve projeleriniz nelerdir?

Dr. Köksal AYDIN : SES öncelikle yasanın ana kurgusuna itiraz etti. Çünkü getirilmek istenen Sosyal Güvenlik Kurumu anlayışına aykırı bir yasal düzenleme.

( Biz sendika olarak emekli sandığı standartlarında bir sosyal güvenlik anlayışının oluşturulması gerektiğini savunuyoruz. Mevcut yasa taslağını da bu nedenle reddediyoruz )

Eğer, insanca bir yaşam sürmek, sağlığın tanımına uygun; fiziksel, ruhsal ve sosyal yönden, sağlıklı yaşama hakkımıza sahip çıkmak istiyorsak; sağlığa ayrılan bütçe payı %10′lara çıkarılmalı, koruyucu sağlık hizmetlerine yatırım yapılmalıdır. Bölgesel eşitsizlikler giderilmelidir. Çünkü sosyal güvenlik, toplumsal alanda yaratılan eşitsizliklerin telafisini sağlayan bir anlayıştır. Özelleştirme politikalarıyla sağlık sorunlarının çözülemeyeceği acı deneyimlerle görülmüştür. Özelleştirme politikalarından vazgeçilmeli ve sağlık hizmeti sunumu bütçeden finanse edilen kamusal bir yükümlülük olarak benimsenmelidir. Personel açığı kadrolu istihdam yoluyla giderilmeli, sözleşmeli çalışanlar kadroya geçirilmelidir. Çalışanlar arasındaki ücret adaletsizliğini artıran “performansa” dayalı ücretlendirme uygulamaları terk edilmeli, yerine emekliliğimize de yansıyacak temel ücretimizin insanca yaşayacak düzeye çıkarılmalıdır.

Toplumumuzun sosyal güvenlik hakkını gasp eden, sağlık hakkını yeni bir vergiye endeksleyen, parası olana, parası kadar sağlık hizmeti anlayışının ürünü Sosyal Sigortalar Genel Sağlık Sigortası Yasa Tasarısı derhal geri çekilmelidir. Kamusal sosyal güvenlik ve kamusal sağlık hizmeti sunumunu sağlayacak gerçek bilimsel ve sosyal içerikli politikalar üretilmelidir. Mevcut sosyal güvenlik kurumları rehabilite edilmeli, bu da asgari Emekli Sandığı seviyesinde, devlet desteğiyle iyileştirilmelidir.

Sağlık hizmeti sunumunda ekip anlayışı ile kurumlar arası tam bir koordinasyon ve denetim sağlanmalıdır.

Av. Fadime YAZIRHAN : Ülkemizde uygulanmak istenen model Avrupa ülkelerindeki uygulama alanı bulabilmiş midir ?

Dr. Köksal AYDIN : İstihdamın kayıt dışı olduğu ülkemizde, Şili modelinin değişik bir versiyonu uygulanmak istenmekte. Oysa bu modelin uygulandığı ülkelerde bu modelin acı sonuçları yaşandı. Özel sektörde çalışan insanların prim gün sayısını doldurarak emekli olmaları zaten mümkün değil. Şili de olduğu gibi toplanan primler talan edilecek.

Kurumların birleştirilmesi ilke olarak karşı olduğumuz bir şey değil. Ama bunları hangi temelde birleştirmeli, bu önemli. IMF ve Dünya Bankasında uzman heyetler bu sürecin içinde. Ama Avrupa’nın tamamı bu sürecin içinde değil, Neoliberal bir rüzgâr bu. Türkiye gibi IMF ve Dünya Bankasına bağlı hükümetlerin stand-by koşulu olan bir yasa. Örneğin, Almanya Genel Sağlık Sigortasına zorlanıyor. Yunanistan’da yine direkt bütçeden destekli ulusal model seçildi. Portekiz ve İtalya bu modelin uygulamasından vazgeçti.

Bağ-Kur’da beyana bağlı prim ödeme sistemi uygulanmakta olup, prim ödeme oranı % 30’dur. Bu durum bile Türkiye’de Genel Sağlık Sigortası sisteminin uygulanamayacağını, primlerin toplanamayacağını açıkça ortaya koymaktadır.

IMF ‘ye bağlı ülkelerde bu süreç daha acımasız yaşandı. Ama IMF ve Dünya Bankası ile direk bağlı olmayan ülkelerdeki sosyal güvenlik sistemleri bu rüzgarın biraz daha gerisinde kaldı. Bu yasalar küreselleşmenin kamusal alanı yok eden, tasfiye eden, piyasaya terk eden neo liberal politik yönelimlerin sonuçları ya da yansımalarıdır.

Av. Fadime YAZIRHAN : Sayın AYDIN, bize zaman ayırdığınız ve aydınlattığınız için Etik Hukuk Dergisi adına teşekkür ederim.

Görüldüğü üzere Anayasaya “herkes sosyal güvenlik hakkına sahiptir” yazmak yetmiyor. Gelecek sayıda da tasarı üzerine (ki o zamana kadar yasalaşmış olma ihtimali oldukça yüksek) değerlendirmelerimize devam edeceğiz. Keza toplumun her kesimini yakından ilgilendiren bu düzenlemelerin, bizim olduğu kadar, çocuklarımızın da geleceğini de yakından ilgilendirmesi nedeniyle önemli olduğu kanaatindeyiz. Sağlıcakla kalın.

Fadime YAZIRHAN

Avukat

Ocak 2006

(1) Prof. Dr. Ali Nazım SÖZER-Legal İş Hukuku ve Sosyal Güv. Hukuku Dergisi 7/2005

Yorum yaz!